Böyledir işte minik insan yavruları... Bir sürü güzel özelliğe sahiptirler. Tüm bu özellikleri doğuştan gelir, birisi dahi eksik değildir. Ancak ne olursa,bu yavrular büyürken olur. Büyüdükçe evrilir, çevrilir, insandan başka bir tutsağa, yapışkan, kötücül, zorba ve nihayetinde mutsuz bir yaratığa dönüşürler. Bu yazıyı okuyan çoğu kişi eğer abarttığımı düşünüyorsa, belli ki o da kendinden bihaber yetişkinler ordusundan biridir. Nedense yetişkinler bu gibi durumları hiç üstlerine kondurmazlar. Zannediyorum ki, muhakeme, vicdan ve varoluş mekanizmaları, kullanılmaya kullanılmaya veya yanlış kullanıla kullanıla, artık bozulmuş, işlemez olmuştur. Yani artık fabrika ayarlarına dönüş nerdeyse imkansızdır. Bu yüzden yetişkinler, yerine yeni bir kimlik algısı yaratarak başta kendilerini, sonra da diğer herkesi kandırırlar. Geçen gün okuduğum Murat Menteş'in Korkma Ben Varım kitabında yazıyordu. Eskilerden kalan bir Çin Atasözü varmış: İnsanların üç tane kimlikleri vardır. Biri gerçekte oldukları, diğeri olmak istedikleri, bir diğeri ise olduklarını sandıkları... İşte bu atasözü yetişkin bir insanın çelişkisini, bölünmüşlüğünü ne de güzel özetliyor...
Hakikaten ne tufah şu yetişkinler... Hem doğuştan büyük bir zenginlikle doğup, hem de nasıl sefil bir fukaraya dönüşebiliyorlar... Özünü inkar eden nankör bir evlat gibi, nasıl da o kıymetli mirası sahte dünyalarla takas edebiliyorlar... Gerçekten inanılır gibi değil. Hatta asıl ilginç olanı, o mirasın yetişkin kişiye bir nevi ayak bağı olması. Mesela, acemi ruhunu biran önce terbiye edip tecrübeli bir kodaman olmak ister yetişkin. Yine saflik ve masumiyet, yetişkin dünyasında bir nevi özür sayılır ve horgörülür veya hoşgörülür de bağışlanır. Neticede her hoşgörünün altında da, bir noksan veya kusur vardır. Yetişkinler dünyasında her türlü yozlaşma, adeta kutlanır. Her "milli" olanın sırtı şöyle bir sıvazlanır. Racon bilmek, terbiyeli olmaya yeğ tutulur. Yine kurnaz olmak, eşittir zeki olmak; adam kullanmak, eşittir işini bilmek sayılır. Yetişkinler dünyasında maske takmak, adeta don giymek gibidir. Hiç neden don giyiyorum diye sorgular mısınız? Ya da bugün don giymesem olur mu diye aklınızdan geçer mi? Hayır tabii ki. Çünkü bu durum artık refleks olmuştur. İşte maske için de durum aynen böyledir. Bir kolpa oluş halidir şu yetişkinlik...
Ne acayip değil mi? İnsanın hayat yolculuğunun amacı bütüne ermekse eğer, zaten bütün olarak doğan insanın azar azar eksilerek tükendiği yerde, yeniden özünü bütünlemek için verdiği savaşın adının aydınlanma, bunun için geçen zamanın adının ömür, oyunun sonunda ağzında kalan tadın adının ise mana olması... Ne kadar anlamlıysa hayat, tadının o kadar güzel, anlamsızsa dünyayı bile yeseniz boş olması... Junk food gibi...
Neyse ki öğrenmenin sonu yok. Bazen sadece izlemek yeterli; bu küçümenler insana çok şey öğretiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder