7 Aralık 2013 Cumartesi

Çocuk Dünyası

Bugün üç kişilik çekirdek aile olarak lafları çitleye çitleye uzun bir yürüyüşten eve dönüyorduk. Eşim, "çocuk doğası ne güzel değil mi?" Dedi. Öyle tabii... Kim aksini söyleyebilir ki... Onlar, saf, neşeli, gürültücü, enerjik ve özgür küçük insanlar... Her yetişkinin bir şekilde olmayı arzuladığı, ama başkalarında gördüğünde huzursuz olduğu bir oluş halinin minik suretleri... Onlar herbir şeyi içlerinden geldiği için ve içlerinden geldiği gibi yapan cüceler... İstemedikleri şeyleri ise yapmamakta direnirler; bu yönde güçlü bir iradeleri vardır. Her sabah neşeyle ve sevgiyle uyanırlar; güne gülerek başlarlar. Saf ve masumdurlar, akıllarından bir hinlik geçmez. Kimse hakkında kötü düşünmezler, dolayısıyla kimseden kötülük beklemezler. Öğrenme arzusu ve merak, onları baştan çıkartır, hareketlerine yön verir. Sadece oynayarak ve eğlenerek öğrenirler, diğer öğre(t)me biçimlerine kapalıdırlar. İnançlıdırlar, kendine, size ve hayata güvenirler. Yalan bilmezler, ağızdan çıkanları şüphe etmeden doğru kabul ederler. Yalnızca sebebini öğrenmek isterler, o da meraktan... Doğrucudurlar, hatta bazen doğruları ulu orta insanın yüzüne vurur "yaramazlar". Kin tutmaz, unutur, her sabah size yeniden başlarlar. Onlara zarar bile vermiş olsanız, ağlayarak da olsa dönüp yine size sarılırlar. Düşer, kalkar, yılmadan yoluna devam ederler. Etiket bilmez, insanları sınıflandırmazlar. Doğayı ve hayvanları severler. Bol bol hayal kurup zihnin sınırlarını zorlarlar. Hayal güçleri o kadar geniştir ki, cansız varlıklara bile canlıymış gibi muamele ederler. Basit şeylerden mutlu olur, türlü komikliklere kahkaha atarlar. Yemekle içmekle çok araları yoktur. Sevdikleri ile vakit geçirmek, en büyük mutluluklarıdır. Sevdiği bir insanın kapıdan girmesi, onları heyecanlandırır. Kapris ve alınganlık yapmazlar, onun yerine doğrudan ağlar veya talep ederler :) Haklarını sonuna kadar savunurlar. Yaptıkları işleri büyük bir ciddiyetle yaparlar. Anı yaşarlar.

Böyledir işte minik insan yavruları... Bir sürü güzel özelliğe sahiptirler. Tüm bu özellikleri doğuştan gelir, birisi dahi eksik değildir. Ancak ne olursa,bu yavrular büyürken olur. Büyüdükçe evrilir, çevrilir, insandan başka bir tutsağa, yapışkan, kötücül, zorba ve nihayetinde mutsuz bir yaratığa dönüşürler. Bu yazıyı okuyan çoğu kişi eğer abarttığımı düşünüyorsa, belli ki o da kendinden bihaber yetişkinler ordusundan biridir. Nedense yetişkinler bu gibi durumları hiç üstlerine kondurmazlar. Zannediyorum ki, muhakeme, vicdan ve varoluş mekanizmaları, kullanılmaya kullanılmaya veya yanlış kullanıla kullanıla, artık bozulmuş, işlemez olmuştur. Yani artık fabrika ayarlarına dönüş nerdeyse imkansızdır. Bu yüzden yetişkinler, yerine yeni bir kimlik algısı yaratarak başta kendilerini, sonra da diğer herkesi kandırırlar. Geçen gün okuduğum Murat Menteş'in Korkma Ben Varım kitabında yazıyordu. Eskilerden kalan bir Çin Atasözü varmış: İnsanların üç tane kimlikleri vardır. Biri gerçekte oldukları, diğeri olmak istedikleri, bir diğeri ise olduklarını sandıkları... İşte bu atasözü yetişkin bir insanın çelişkisini, bölünmüşlüğünü ne de güzel özetliyor... 

Hakikaten ne tufah şu yetişkinler... Hem doğuştan büyük bir zenginlikle doğup, hem de nasıl sefil bir fukaraya dönüşebiliyorlar... Özünü inkar eden nankör bir evlat gibi, nasıl da o kıymetli mirası sahte dünyalarla takas edebiliyorlar... Gerçekten inanılır gibi değil. Hatta asıl ilginç olanı, o mirasın yetişkin kişiye bir nevi ayak bağı olması. Mesela, acemi ruhunu biran önce terbiye edip tecrübeli bir kodaman olmak ister yetişkin. Yine saflik ve masumiyet, yetişkin dünyasında bir nevi özür sayılır ve horgörülür veya hoşgörülür de bağışlanır. Neticede her hoşgörünün altında da, bir noksan veya kusur vardır. Yetişkinler dünyasında her türlü yozlaşma, adeta kutlanır. Her "milli" olanın sırtı şöyle bir sıvazlanır.  Racon bilmek, terbiyeli olmaya yeğ tutulur. Yine kurnaz olmak, eşittir zeki olmak; adam kullanmak, eşittir işini bilmek sayılır. Yetişkinler dünyasında maske takmak, adeta don giymek gibidir. Hiç neden don giyiyorum diye sorgular mısınız? Ya da bugün don giymesem olur mu diye aklınızdan geçer mi? Hayır tabii ki. Çünkü bu durum artık refleks olmuştur. İşte maske için de durum aynen böyledir. Bir kolpa oluş halidir şu yetişkinlik...

Ne acayip değil mi? İnsanın hayat yolculuğunun amacı bütüne ermekse eğer, zaten bütün olarak doğan insanın azar azar eksilerek tükendiği yerde, yeniden özünü bütünlemek için verdiği savaşın adının aydınlanma, bunun için geçen zamanın adının ömür, oyunun sonunda ağzında kalan tadın adının ise mana olması... Ne kadar anlamlıysa hayat, tadının o kadar güzel, anlamsızsa dünyayı bile yeseniz boş olması... Junk food gibi...

Neyse ki öğrenmenin sonu yok. Bazen sadece izlemek yeterli; bu küçümenler insana çok şey öğretiyor.