25 Kasım 2013 Pazartesi

Anneler İçin Pratik Saç Modelleri

Kadınlar bilir. Saç herşeydir. O, türlü ruh hallerinin dışa vurumudur. İstemli veya istemsiz... Yerine göre bir başkaldırı da olabilir, içine düşülen dipsiz kuyulardan bir mesaj da... Bu bakımdan her duruşu anlamlıdır ve sahibinden mutlaka bir ipucu taşır. Ayrıca kadınların özgürlük alanıdır saç. Hiçbir şeyi değiştiremese bile, saçlarını değiştirir kadın. Yeni saç, yeni bir kimlik hissiyatı verir. Öyle önemlidir yani... Hani şu "ne olacak canım, kökü sende nasılsa" yorumları, bu yüzden hep kabak tadıdır. 

Tüm bu içsel anlamının yanında, bir güzellik simgesidir aynı zamanda. Gerçekten de saç güzel ve bakımlıysa, kıyafetin kusurlarını bile örter. Veya tersinden, iki dirhem bir çekirdek de giyinseniz, saç bakımsızsa kıyafet çöptür; hatta daha da bir rüküşlük verir. (Bu yüzden hala düğünümde saçımı yapan kuaföre kızgınım; ve hayır abartmıyorum ;))

Velhasıl, bu uzun girizgahtan sonra bi zahmet konuya gelmek istiyorum. Malum, annelerin saç için uğraşacak vakitleri yok. Hatta kimi zaman saçları kurutmaya dahi vakit kalmıyor. Reklamlardaki gibi, yıka çık, harika oleyyy! Tabii ki yok öyle birşey ;)) Haaa bazı doğuştan gür ve kendinden güzel bir dalgası olan veya pırasa saçlı kadınlar da var, şanslı kadınlar... Onlar bu yazıyı okumasınlar :) 

Bu yazı, ince saçlı, düzensiz bir dalgası olan çoğunluk için yazıldı. Ne zamandır kafa yoruyorum, şu saçlara pratik bir çözüm bulsam diye. Önce Brezilya Fönü'nü düşündüm. Nasılsa keratinle yapılıyor düzleşme, dolayısıyla saça bir zararı yok, hatta faydalı. Fakat gür ve tok (daha çok kalın telli) saçlar için uygun bir çözüm o. Çünkü ince telli saçları bastırıp daha da hacimsizleştiriyor. Bu yüzden vazgeçtim bu fikirden. Sonra iri dalga düşündüm. Evet, olabilirdi. Fakat o da eninde sonunda saça zarar verecekti, haliyle ondan da vazgeçtim.

Geriye saçları kestirmek kalıyor işte :p Fakat değişiklik öyle ucundan kestirmeyle de olmuyor, daha radikal bir duruş lazım. Kısa saç ise herkese yakışmıyor ve bu kadar uzattıktan sonra insan kıyamıyor. Fakat durun, hemen sıkılmak yok, daha çözümler bitmedi. 

Tümden gelip uzun saçlı annelere önerilerimi aşağıda sıralıyorum:

1. Saçlar gereğinden fazla uzatılmamalı; kuaförümün söylediği gibi, bu insanı yorgun gösteriyor.

2. Kesinlikle boyayı önermiyorum. Hem saçı sağlıksız gösteriyor, hem de vakitsizlikten yakınan kadın, boyalı saçın ıvırı kıvırı bakımıyla hiç uğraşamaz.

3. Saçlar cinsine ve tipe göre modern bir kesimle şekillenmeli. Yüz tipine gittiği sürece, kahkül farklı bir hava katıyor.

4. Topuz. Vazgeçilmez. Araştırırken buldum; bu sitedeki topuz modelleri harika, üstelik çok pratik ;) 

http://rujoje.blogspot.com/2012/09/pratik-topuz-modelleri.html

Aşk. Aşk. Aşk. Aşk. Aşk. Aşk. Aşk.

21 Kasım 2013 Perşembe

Sessizlik de Konuşur

Ne zamanki hareketsiz duruyorum ve dahi susuyorum, işte o zaman başlıyor içimdeki ses konuşmaya. Onun yaşadığı ülke burası. Sessizlik ülkesi. Başrol oyuncusu değil o, seyirci koltuğundaki yönetmen. Seyirci koltuğunda ne işi var yönetmenin, demeyin. Çünkü o sorulmadıkça karışmaz performansa, herkes gibi izler oyunu. Fakat bir farkla... Herkes rolü izlerken o rolün ardındaki oyuncuyu gözler. Sakin, emin bir sesi vardır. Etliye sütlüye karışmaz, dedikodu yapmaz. Bu yüzden hiçbir zaman yorumlarını uluortaya saçmaz. İkna etmeye çalışmaz. İstenmedikçe ise hiç dahil olmaz. Çabasız bir varoluştur onunkisi. Ancak kaçmaz. Bulunmak için Hindistan'da bir dağın ardına saklanmaz. Gerçi sever öyle yerleri ama yine de uzaklaşmaz. Yakındır evi. Kuş cıvıltısı ile çalar zili. Köşeyi dönünce, sol üst köşedeki çıkmaz sokağın sonuncusunda oturur köyün bilge kişisi...

13 Kasım 2013 Çarşamba

Annelik Çelişkilerle Doludur

İki farklı duyguyu aynı anda yaşamak istersin. Ya da birini yaşarken diğerinde bariz aklın kalır. Akıllı mantık, hep sulugöz kalp ile çatışır. Her insanda biraz böyledir de bu durum, annelikte oldukça baskındır. Sıkça yaşanır. Misal; bir yandan biraz olsun kendine vakit ayırıp uzaklaşmayı isterken, bir yandan da yavruyla biraz daha oynamak için bahaneler yaratırsın. Sabah yavruyu babasına teslim edip bi yarım saat daha uyuyacağını söyler, fakat dayanamayıp kendini yataktan kaldırırsın: merhaba, bu zombi de sizinle oynamaya geldi :)) Yavrunun anneanneye alışmasını sevinçle karşılarken, bir yandan da onun anneannenin eteğini çekiştirmesini kıskanırsın. Haa, bir de suçluluk duygusu vardır ki, nerdeyse hiç peşini bırakmaz. Herşeyi yavruya vermek istersin de, gene de yetmez. Yetmediğini düşündüğün yerde suçlanırsın hemen. Sonra kendini yanlış yapmadığına ikna etmeye çalışırsın. Al işte başladı mı yine çatışma...

Herkese hak verdiğin de olur, hiçkimseyi dinlemeyip burnunun dikine gittiğin de... Rehberin tecrübe de olabilir, kitaplar da, annelik içgüdüsü de... Bunlar çoğunlukla birbiri ile yarışır. Ruh durumuna göre bazen birisi pekala geçer akçe olurken, diğerleri tü kaka olabilir. Fakat genelde kazanan hep annelik içgüdüsü olur. Çünkü diğer ikisi, görünmeyen, bilinmeyen metafizik dünyayı açıklamakta yetersiz kalırlar ;) 

Yavru söz konusu olduğunda, kendini herşeye yeten, güçlü bir panter gibi hissedersin. Aynı zamanda yufka yürekli, zayıf ve güçsüz... Kalbin hemen kırılabilir de, yüzünde gülücükler de açabilir birden. Gün boyu koruduğun enerji, akşam yavruyu yatağına yatırıp yetişkin dünyasına geçtiğinde, birden poffff diye söner. Balkabağına dönersin, hem de gece yarısı bile olmadan.

Aslında annelik, içinde zaten var olan duyguları son doz yaşatan uç bir duygu durumu. Tüm duyguların şevke gelip tümden coştuğu, her duygunun borusunun öttüğü, çok sesli bir orkestra. Bir tür aşk... İnsanı yoğuran, pişiren ve dönüştüren, her aşkta olduğu gibi...


12 Kasım 2013 Salı

Bugün Atatürk Günü (10 Kasım)

10 Kasım'da minik yavruyla beraber Caddebostan Sahili'ne indik. Hayır, saygı duruşunu kaçırmamıştık. Evet, çok kalabalıktı. Yaşlısı, çocuğu herkes bayraklarını alıp tam anlamıyla sokağa "dökülmüştü". Tek bir amaç vardı: orada olmak. Tek bir birleştirici vardı: Mustafa Kemal. Türk tarihindeki en büyük birleştirici, yine herkesi birleştirmişti. Günümüzdeki birleştirici paravanın ardındaki bölücü tavra ne güzel bir ironiydi. Nifak yoktu, saman altında başka niyetler yoktu. Sadece birlik, kardeşlik vardı. Herkesin gözünde yaş vardı. Engel olunamayan bir duygusal dışa vurumdu. Her senekinden farklı bir durum. Yoğun. Hiç bu kadar oynanmamıştı milletin milli duygularıyla belli ki; hiç bu kadar yıpranmamıştı milli sinirler...

Ateş bile durumdan etkilenmiş, durgunlaşmıştı. İktidar bu sefer de, minik yavrunun yüzündeki gölge olmuştu. Sonra marşlarla, alkışlarla güldürdük yüzünü. Elindeki bayrağı sallayıp durdu. Bir de bayraktaki Atatürk'e mama verdi. Belli ki Atatürk'ü şimdiden sevmiş, benimsemişti ;)  



4 Kasım 2013 Pazartesi

Emelto Farkı

Evde anneanne (sevgili annemin) olması, kendini her yönden olumlu etkilerle gösterdi. Tamam, eşimle ben de bize sorsalar gayet güzel üstesinden geliyorduk ama objektif kriterlere göre eve dirlik geldi yeminlen. Şu an evde, düzen ve konforun varolduğu, mutlu ve mesut bir barış ortamı hakim. Misal;

Herşey yerli yerinde. Çocuğa rağmen... Şarj aletlerinin bile bir yeri var artık. (işi bittiğinde direkt toplama hali)

Anı yemeklerine son! (tencerelerin bekletilmeksizin yıkanması hali)

Sıcak yemekler yiyelim, sıcak sohbetler edelim... (aman canım, yemek yapmak da iş mi oldu hali)

Unutulmuş eşyalar modyuma geri döndü! (Ateş'in eski banyo küvetinin oyuncak sepeti olması, saklama kabının ilaç kutusu olması vb. sayısız örnek)

Kullanılmayan giysiler, yeni sahiplerine kavuştu! (giysilerin poşetlenip ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması)

Bir de tüm bunların üstüne nazımıza oynanması (aman dur sen ıhlamur diyordun; koyalım da yatmadan içersin,) da cabası oluyor herhalde... Bilenler bilir. Evde çocuk oldu mu, işler değişir. Artık zevkten ortada dağınık bırakma lüksünüz kalmaz. Çünkü o lüks, evin en küçüğüne aittir artık ;) Ve ben buna rağmen, diyorum... Ayrıca şaşkınlıkla izliyor ve keyfini sürüyorum :))

Anlatılanlardan çıkarttınız mı bilmem ama, annem oldukça proaktif, çalışkan ve disiplinli bir kadın. Tam bir Alman ekolü. Almanların "tu es gleich" (şimdi yap) mottosunu düstur edinmiş; hiç taviz vermeden uygulayan garip ve tatlı bir kadın. Atom karınca modeli. Gerçi ona göre de biz ağustos böceğiyiz ya, o da ayrı bir konu... 

Bir kere eğri oturup doğru konuşalım. (Niyeyse :)) Arada yaratılış farkı var. Nasılsa meşe ağacının yaprağıyla kavak ağacının yaprakları birbirinden farklı, o da öyle... Farklıyız. Hepimiz birbirimizden. Aynı toprağa kök salan, aynı havayı soluyan, aynı güneşe dönen fakat özü, tohumu tek olan biricik canlılarız işte. Bunu sorgulamak ve değiştirmeye çalışmak da yaratılışı beğenmemek olmaz mı, bir anlamda? Hem bu nafile bir çaba üstelik. İnsanoğlu törpülense, yıpransa, aydınlansa bile, kim değiştirebilmiş ki bugüne kadar o tohumu? Kendimden yola çıkarsam; genel olarak etrafta olup biteni kaçırmamak için hayat tekerini biraz daha yavaş çevirmekten hoşlanan, mesela çocuğu ile her akşam üstü parkta oynamayı, evdeki dirlik-düzen işlerine yeğ tutan bennn ne kadar değişebilirim? Hadi koştur koştur herşeye yettim diyelim, hayata bakışımı değiştirir mi bu yaptıklarım? Ve en önemlisi, nereye kadar? Zira herşey ama herşey, bir şekilde özüne dönmeye mahkumdur sonunda. Ve kanımca, en mutlu, en verimli, en güzel ve en başarılı halini özünde, yani evindeyken yaşar insan. Aslında herşey olduğu gibi eşsiz ve güzeldir basitçe. Ama işte kabul etmek, değiştirmekten daha zor gelir insana. Ahhhhh ahhhhhh... Gel de anlat şimdi bunları anneme ;) 

Dahası, nesil farkı var bi kere aramızda. Ne hikmetse, bizden önceki neslin on parmağında on marifet... Eteklerinde bebeleriyle yemekte, düzende, pratiklikte on numaralar. Üstelik çalışan kadın içinde durum böyle. Nitekim benim annem de çalışan bir kadındı. Ama işte o dönemin kadınları, genlerini bir sonraki nesle aktarırken bir hata oluşmuş sanırım. Böyle geni bozuk, asi, beceriksiz bir nesil türemiş. ;))

Efendim, bu yazımı da annemin bize haftasonu yaptığı bir kıyağın hatırası ile bağlıyorum. Aşağıdaki fotoş, geçen hafta eşim ve benim başbaşa yaptığımız huzurlu kahvaltının, sıcak hatırasıdır.