2 Ekim 2013 Çarşamba

İnsanın Şiddetle Sınavı

Bugün, rutin kontrolüm için hastanenin bekleme koltuklarında oturmuş randevumu beklerken, yan tarafta duran gazete yığınlarını şöyle bir karıştırdım. Normalde 3. sayfa haberi okumayı sevmem, hatta hemen atlarim o sayfayi. Fakat bu defa gözüm bir habere takıldı ve daha ben, "dur, okuma onu" diyene kadar gözüm okuyuverdi. Okumaz olaydım... 

Gazetede, 10 aylık bir bebeğin, baba dayağı sonucu zihinsel engelli kaldığı yazıyordu. Ağladı diye, öfkesine hakim olamayan bir babanın, minik yavruyu alıp fırlatması ve yavrunun kafasına darbe alması sonucu oluşan bir "engel"... Öyle bir engel ki, geçmeyecek... Öyle bir engel ki, kaderi değiştirecek... Yavruyla beraber yaşayan anne vb. kişilerin hayatındaki değişiklikten bahsetmiyorum bile. İçim, şiddet, çaresizlik ve isyan duygularıyla kaynadı birden. Çünkü düpedüz yağma bu... Yavrunun doğuştan sahip olduğu sağlıklı hayatın ve geleceğin ona sunacağı imkanların zorbalıkla elinden alınması...

Suçlu baba şimdi yargılanıyormuş. Fakat neye yarar ki? Kime fayda? Farz edelim ki, adam pişman oldu, ıslah oldu, tövbe etti; yine de tüm bunlar o minik yavrunun sağlığını geri getirecek mi? Verilecek hiçbir ceza, bu talihsiz durumu düzeltmeye yetebilecek mi? Tüm bunlara rağmen, her ne kadar karşılığı olmayacaksa da, adam yargılanmalı ve cezasını çekmeli elbette.

Peki insanın bu şiddet karşısındaki acizliği ne olacak? Evet, her insanın içinde iyi de, kötü de var; kabul ediyorum. Fakat insan olmanın bedeli zaten bu. İnsan, yine de iyi tarafta kalmayı becerebilmeli. Mümkün olduğunca... Çünkü irade bu yüzden insanda var. Meleklerin insanın önünde secde ermesi boşuna değil. Bitmeyen bir sınav bu. Hakikaten zor iş; özellikle yeterince sevgi görmemiş ve çocukluğunda bir şekilde şiddetle tanışmış, kötüye meyleden "olağan şüpheliler" için. Bir türlü uslanmayan bu gibilerin hakkı hep kötek (ceza) olacak ve olmalı da maalesef...

Ancak cezanın yapamadığını sevgi de yapabilir-di pekala. Fakat yontarak değil de, eğerek. Henüz daha yaşken, anne babanın koltuğu altındayken... Neticede hepimiz,  dünyayı ilk anne babamızın gözünden gören, hayatı yaşadığı o küçük evden ibaret sanan çocuklar değil miyiz? Ve bütün çocukların ne kadar inançlı ve akıllı olduklarını, kendimizden bilmez miyiz? Öyle inançlı ki, hayatının o zamanki kahramanı anne ve babanın öğrettiklerini sorgusuz sualsiz kabul edecek ve öyle akıllı ki, yine anne babadan gördüklerini hemen taklit edip uygulayacak kadar... Sonra büyüdük tabii... Kimimiz mutlu, kimimiz küskün, kimimiz kızgın, kimimiz utangaç "büyük" çocuklar olduk. Ruh durumumuza göre farklı farklı işlerle meşgulüz. Kimimiz, vatana millete hayırlı işler yaparken, kimimiz evde karısını dövüyor. Kimimiz istemediği bir işte üç kuruşa dirsek çürütürken, kimimiz hayallerinin peşinde koşuyor. Tüm bu halet-i ruhiye hallerinin türlü türlü sebebi var tabii. Fakat çocukluktan gelen sebepler hiç unutulmuyor. 

Anne babalık en çok da bu yüzden dünyanın en zor işi. Sorumluluk çok büyük... Yetersiz anne babalıkla toplumun suç/mutsuzluk oranları arasında doğrudan bir ilişki var kesin. Hatta bu ilişki istatistiksel olarak saptanmış bile olabilir, bilemiyorum. Bildiğim şu ki, anne babalar çocuklarının hayatında her taşın altından çıkabilir ve farkında bile olmadan birçok şeyin sebebi olabilirler. Bu yüzden anne babaların bilinçli olması çok önemli.

Son olarak dileğim, tüm minik yavruları, hayvanları ve kendini koruyamayacak konumda olanları Allah korusun, kollasın. Amin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder