29 Temmuz 2015 Çarşamba

Önyargılar

Geçenlerde Nil Karaibrahimgil'in bir yazısını okumuştum. Yazıda, Gülgen Ergen'in "Öğrendim Ki" isimli yeni çıkan kitaptan övgüyle bahsetmiş ve kitabın okunması tavsiye etmişti Nil. Gülben Ergen'i hiçbir zaman kendime yakın bulmamakla birlikte, referansı Nil olduğundan (ki onun yazılarını severim) kitabı alıp hemencecik okuyuverdim. 

Uslup gerçekten oldukça samimiydi, adeta konuşur gibi... Ve okudukça, yazar hakkındaki olumsuz katı fikirlerim, önce esnedi, sonra da tamamen eriyip kitabın akıcılığında kaybolup gitti. Demek ki bariz bir önyargıydı benim bu yaşadığım... Bilmediğim, hiç tanımadığım, yüz yüze bile gelmediğim birisi hakkında oluşturduğum bir olumsuz şablon. Ön-yargı. Hakikaten de ne çabuk yargılıyorduk hemen herkesi. Bizim gibi olmadıkları için, bizim baktığımız yöne bakmadıkları için, o an bizim gibi düşünmedikleri için vs. Vs. Vs. Demek ki herkes kendisini doğru biliyor, herkes kendi doğrusu kabul edilsin istiyordu. E ama kibirli olmak da aynı anlama gelmiyor muydu? O zaman her yargının içinde mutlaka kibir de yok muydu? Şöyle bir düşündüğümde, gerçekten de hep kendine gereksiz anlamlar yükleyen insanların, diğerlerine daha fazla yargıçlık tasladıklarına şahit oldum. Ve yargının var olduğu her yerde de doğal olarak yeşeren bir savunma, gereksiz bir kendini ispat külfeti, anlamsız bir mahkeme muhabbeti... Herkeste birilerine birşeyler öğretme telaşı, en çok kendi bildiğinden...  Herkeste bir diğerini hizaya çekme ihtiyacı, en düzgün kendi durduğundan... Çoğu zaman da sözlerini kavramadan söylenen ezbere bir türkü, herkes öyle söylediğinden... Halbuki yargılayan insan ne de çok yanılıyor. Çünkü gözleri hep karşıya bakıyor, kendini göremiyor. Şimdi ben bunları söyledim diye önyargısız mı oluyorum peki? Hayır tabii ki. Fakat öyle olmaya gayret ediyorum. Kendimi hep sobeliyorum, çuvaldızı hep önce kendime batırıyorum :)

Aslında anahtar kelimenin hoşgörü olduğunu düşünüyorum. Çünkü tek bir renk miyiz? Tek bir göz mü? Tek bir kulak mıyız ki, hep aynı duyalım? Gök kuşağında bile yedi renk var. Madem ki hepimizin parmak izi farklı, o halde hayattaki izleri farklı olmaz mı? Herkesin bu hayatta göstereceği bir şey, söyleyeceği bir söz, bu hayata kattığı bir renk var ve hepsi resimde bir bütün olarak  güzel durmaz mı? İşte kitapta da, bir rengin tam da olduğu gibi, samimiyetle ve coşkuyla tüpten aktığını gördüm ben. Bunu sevdim. Ayrıca, dışarıya öfkeyle ahkam kesmektense, böyle bir paylaşımı her zaman çok daha anlamlı bulurum. 

Velhasıl kelam, bir insanı yargılarken referans noktasını hep kendimiz olarak alıyoruz. Halbuki biz kimiz, o kim, kim hangi dağı aşmış, kim hangi yolda kalmış, bunları kim bilebilir? Siz mi? Ayrıca sen diye bildiğimiz, üç yıl sonra bambaşka biri de olabilir. Olmayacağına kim garanti verebilir? O zaman yargıladığın "sen" de izafi bir kavram değil midir? Böyle bir yorumu daha önce de bir yerde okuduğumu hatırlıyorum şimdi. Herman Hesse'in Siddharta'sındaydı sanırım. Şimdi içeri gidip kitaptan o yeri bulmaya çalışacağım ve arkama yaslanıp mevzuyu hislerimin en güzel tercümanından bir kez daha dinleyeceğim:

"Beni iyi dinle, dostum, iyi dinle! Benim gibi, senin gibi bir günahkar, günahkardır ama bir gün yine Bürahman olacak, Nirvana'ya ulaşacaktır; bir gün yine Buddha olacaktır. İşte bu 'bir gün' yanılgıdır, bir benzetmedir yalnızca. Günahkar dediğimiz kimse, Buddha yolunda ilerleyen biri değildir. Her ne kadar biz düşüncelerimizde nesneleri başka türlü tasarlayamasak da, günahkar bir kimse bir gelişim sürecini yaşamaz. Hayır, gelecekteki Buddha günahkar kişinin içinde şimdiden, bugünden vardır; geleceği içindedir onun, onda, sende, herkeste oluşan olası, gizli Buddha'ya tapmak gerekir. Dünya, dostum Govinda, mükemmellikten yoksun veya mükemmellik yolunda ağır ağır ilerliyor değildir. Hayır, her an mükemmeldir o, tüm günahlar bağışlanmayı, tüm küçük çocuklar yaşlıyı, tüm bebekler ölümü, tüm ölenler sonsuz yaşamı kendi içinde taşır. Hiç kimse bir başkasının yürüdüğü yolda ne kadar ilerlemiş olduğunu göremez. Haydutların ve zar atıp kumar oynayanların içinde bekleyen bir Buddha, Brahmanların içinde bekleyen bir haydut vardır. Yoğun bir meditasyonla zamanı yok etme, var olmuş olan, var olan, var olacak olan tüm yaşamı bir eşzamanlılık içinde görme olanağı ele geçirilir. Böyle bir durumda her şey iyidir, her şey mükemmel, her şey Brahman'dır. Bu yüzden, var olan her yer iyi görünüyor bana; ölüm yaşam gibi, günah kutsallık gibi, akıllılık aptallık gibi görünüyor. Her şeyin öyle olması gerekir; her şey benim onayımı, benim istekliliğimi, benim sevecen rızamı beklemektedir. Benim için iyidir o zaman, bana zararı dokunmaz. Günaha pek çok gereksinim olduğununkendi bedenimde ve kendi ruhumda yaşadım. Diretmekten vazgeçip dünyayı sevmeye öğrenmek, onu kendi arzuladığım, kensi hayalimde yaşattığım bir dünyayla, kensi uydurduğum bir mükemmellikle karşılaştırmayıp nasılsa öyle bırakmak ve onu sevmek, gönülden onun içinde yer almak için şehvete, mal ve mülke, kendini beğenmişliğe gereksinim duydum; en rezilce umarsızlıklara kapılmayı gereksindim. - İşte, sevgili Govinda, kafamda beliren düşüncelerden şu an aklıma gelen birkaçı." (Can Yayınları 35. Baskı/ sf. 140-141)

Sevgiler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder