24 Eylül 2013 Salı

Bakıcı Meselesi

Her çalışan annenin kafasında asılı duran bir çengeldir bu konu. Ne kadar konforlu durursa dursun, bir türlü rahat edilemeyen bir koltuk gibidir. Annenin zayıf karnıdır. Bir iç hesaplaşmanın ürünüdür. Bu haliyle her annenin kendine göre mutlaka geçerli sebepleri vardır. Konu hakkındaki tecrübelerimi ve naçizane görüşlerimi ben de paylaşmak isterim. 

Öncelikle belirtmek isterim ki, burada yazdıklarım, çalışsın çalışmasın, hiçbir anne türüne övgü veya yergi içermemektedir. Her annenin tercihi, yaşanmışlıkları ve koşulları birbirinden farklıdır; bu yüzden hepsinin ayrı ayrı anlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Ben olayın, tecrübe ile harmanlanmış felsefik boyutunu ele alacağım. Şöyle ki; (bu dilekçe formatında yazmak, mesleki deformasyon olsa gerek :))

Öncelikle kendi durumumdan bahsedeyim. Ben, olabilecek en  esnek şekilde çalışan, şanslı annelerdenim. Bunun için hergün şükrediyorum. Kendi ofisim var ve işlerimi oradan idare ediyorum. Sabah çok acil işim yoksa, çocuğu uyutup öyle işe gidiyor ve akşam da en az 2,5 saat doya doya birlikte oynayacak şekilde erken işten çıkıyorum. Yine minnoşu yatağa ben yatırıyorum. Bu portrede, minnoşun sabah kahvaltısını ve akşam yemeğini ben yediriyor, sabah ve akşam uykularına onu ben yatırıyor, yine sabah ve ö.sonra park vs. aktivitelerini onunla birlikte yapıyoruz. Keza işim evime oldukça yakın; acil bir durumda bir koşu gidebilecek konumdayım.

Doğumdan sonra işe geri dönüşüm, yavrunun yaklaşık 3,5 - 4. aylarına denk geliyor. O tarihlerde annemin bizimle birlikte olması, yukarıda saydığım avantajlar ve artık işin başına geçmezsem, o kadar emek vererek kurduğum işimi ve sağladığı avantajları kaybedecek olduğum gerçeği, beni haklı çıkarır mı bilmiyorum ana benim haklı sebeplerimi oluşturmakta. ;)) Tabii eklemek gerekir ki, çalışmayı ve faal olmayı da seviyorum.

Sonrasında, annemin dönüşünün zorunlu olması ve yeni bakıcımız ile geçirdiği 1 aylık oryantasyon sürecinden sonra, yavruyu bu defa, 18'lik becerikli ve güleç ablamıza teslim eder olduk. (Böyle düşününce, yavrunun bir şekilde "bırakılıyor" olması durumu, şu anda burnumu sızlattı)

Yavrumuz şunan 13,5 aylık ve bu tarihe kadar sağlığı, gelişimi, neşesi yerindeydi çok şükür. Bunda ablasının payı büyük ve (sonrasında bize yamuk bile yapmış olsa) ben bunu önemsiyorum. İçimden (ve dışımdan :)) "Allah razı olsun", demekten başka birşey geçmiyor. Velhasıl, ablanın yaptığı yamuk sonrasında, bayram dönüşü yeniden, yavrunun bakımını anneannesi üstlenecek. Çok şükür yine ortada kalmadık. Dahası Montessori'nin allahı geliyor, daha ne isteyim :) (fakat bu başka bir yazı konusu, dağıtmayalım)

Artık fasülyenin faydalarına gelmek istiyorum :) 

Nitekim, bahsettiğim kendi kısa öykümüz bile bir fikir vermekte aslında. O kadar olumlu şarta rağmen, birşeyler tam değil işte. Sandalyenin bir ayağı kısa, tıngırdıyor. Her an düşebilirsin sanki, sürekli kendini tehlikede hissettiriyor. Bir türlü tam güvenemiyorsun. Onu mutfağının baş köşesine oturtman, üstüne minder bağlayınca evcimen görünümüne aldanman ve onu evinin bir parçası haline getirmen dahi, sandalyenin eğretiliğini değiştirmiyor. Bir ayağı kısa sandalye, eğreti işte... Bakıcı da ona keza, eğreti anne... 

Çünkü değişmez bir gerçek var. Yavru, en az 2 (normal şartlarda 3) yaşına kadar bakıma ve anne şefkatine muhtaç. Adı üstünde "anne şefkatini" bir bakıcı ne kadar verebilir? Keza hangi tecrübeli kişi, bir bebeği annesinden daha iyi anlayabilir? Bakıcı annenin yokluğunu oldukça güzel bir şekilde kamufle etse de (ki bakıcıyla derin bağlar kuran çocuklara da şahit oluyoruz), o çocukların anneleriyle olmaları halinde nasıl olacaklarını, ve belki nasıl çiçek açacaklarını bilmiyoruz.

Evet, bu şarkı bana gelsin. Zira ben de çalışan bir annenin çocuğuydum. Fakat bunun hikayesi de öyle uzun ki, o da başka bir yazının konusunu oluşturabilir ancak. Devam edeyim...

Aslında ben, doğaldan uzak her türlü "oldurmaca"nın, doğalı kadar iyi olmayacağını düşünüyorum. Boyalı saç gibi... Evet, yakıştırırsan yine güzel olur ama hiçbir zaman doğalı kadar parlak ve sağlıklı olmaz. Çünkü yalnızca sağlıklı saç parlar :) Veya en iyi versiyon bile orjinalinin yerini tutamaz. 

Anne de, bebeğin bakımında ilk akla gelecek kişidir. Doğa öyle uygun görmüştür ve en sağlıklısı budur. Anne olmanin sorumluluğu bunu gerektirmektedir. Yerine konan ikame araçlar, bir yerde fire verir veya dikiş bir türlü tutmaz, kaynamaz. Misal:

- Çocuk ile bakıcının elektriği tutmaz (halbuki çocuk hiçbir şekilde anne ile böyle bir sorun yaşamaz)

- Zorlama şefkat ve sevgi olmaz. Bakıcıya bunu öğretemezsiniz. O artık şansa, kısmete kalmış olur.

- Çocuğun yükü bakıcıya ağır gelebilir ve bakım vermede isteksizlik yaşar (anne bile yeri gelince öf diyorsa..)

- Bakıcı için bebek bakmak, neticede bir iştir. Taksitlerini ödeyince, daha iyi şartlarda bir iş bulunca veya en basitinden sıkılınca işi her an bırakabilir.

- Bakıcı ağzıyla kuş tutsa da, anne için yeterli gelmeyebilir. Çünkü her anne, çocuğu için en iyisini ister ama paradoks burdadır; en iyisi kendisidir.

Bu liste böyle uzaaar gider... Şartlar uygunsa, imkanlar elveriyorsa ve en önemlisi anne de istiyorsa (çünkü annenin  mutluluğu herşeydir), fikrimce en iyi senaryo çocuğa (0-2 yaş arası) annesinin bakması ve ilave olarak annenin de arada soluklanabilmesi için, bir yardımcısının (bu pekala anneanne veya babaanne de olabilir) olmasıdır.

Dedim ya, en iyi senaryo ;)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder